Çocuklarımızın bir “birey” olduğu; fikirlerini söyleme ve tartışma hakkına sahip olduğu gerçeğinde hemfikiriz, değil mi? Bu, onların bireysel gelişimleri için, yaratıcılıklarının farkında olması açısından kaçınılmaz bir tutum olmalı.
“Beni dinlemiyorsunuz!”, “Beni anlamıyorsunuz!”, “Benim fikirlerimi önemsemiyorsunuz!” Cümlelerini ebeveyn olarak ne kadar sık duyuyoruz değil mi? Çocuklarla ebeveynler arasındaki çatışmaların büyük bir bölümünü oluşturuyor. Peki, neden?
Aslında, ebeveyn olarak biraz sorumluluğu üstlenmemiz gerekiyor. Çocuğumuzu bu sorulara yönelten tutumlarımızın neler olabileceğini gözden geçirmemizde fayda var. Biz, kendi istek ve beklentilerimizi çocuklarımızınkinden daha önde tutuyoruz çoğu zaman. Çünkü daha doğru olduğunu düşünüyor ve onları bu doğruyu yaşamaları yönünde yönlendiriyoruz. Onun, kişisel isteklerini bir kenara bırakın; yeteneklerini dahi göz ardı edebiliyoruz. “Ailesi olarak elbette onun için en doğru kararı veririz.” Bir noktaya kadar bunu anlaşılabilir bulmak mümkün. Ancak, dayatma, zorlama ya da kıyaslama kavramları bu tutuma eşlik ediyorsa bu durum kabul edilemez ve “benim isteklerimin hiç önemi yok mu?” diyecek olan çocuğumuzla ilişkimizde kaos yaratır. Ebeveyn olarak bizler çocuklarımız için daima en iyisini ve en doğrusunu istiyoruz. Bu noktada hiç art niyet olmadığı bir gerçek. Ancak, niyetin iyi olması onun doğru olduğu anlamına gelmez.
Üniversite sınavlarına hazırlanan Cenk, bu süreci çok zorlu yaşıyordu. Aileye göre bunun sebebi: Yoğun ders temposuydu. Görüşmelerimiz ilerlediğinde Cenk’in bu isteksizliğinin ve nerdeyse tükenmişliğinin, süreci yönetememek değil, hedefinin doğru olmadığı gerçeğinden kaynaklandığını gördük. Hedef Tıp Fakültesiydi ve rota uzun zaman önce çizilmişti. Cenk, hiç istemediği halde fen lisesini bitirmişti. Notları iyi, deneme sınavlarında başarılı ve yüzdelik dilimde çok iyi bir dereceye sahip Cenk ilk bakışta ideal bir öğrenciydi. Şimdi, önünde son bir engel kalmıştı, “üniversite sınavı”. Ancak bir şeyler ters gidiyordu. Bundan sonrasını Cenk’in cümleleri ile aktarmak istiyorum: “Adalet” kavramına yaşamım boyunca hep önem verdim, bu tür içeriklere sahip, okuduğum kitapların sayısını hatırlamıyorum bile. İzlediğim filmlerde bile mahkeme salonlarının olduğu sahneler kaldı hafızamda. Bir gün ders çalışırken beni zorlayan fizik sorusu karşısında o kadar zorlanmıştım ki, kalemi elimden fırlatıp, ne yaptığımı sorgulamaya başladım. Annem ve babam doktor oldukları için, inanılmaz saygı duyuyorum çünkü bu yüce mesleğin tüm zorluklarını ve fedakarlıklarını küçük yaşlarımdan beri deneyimledim. Ancak meslek olarak seçmek, işin açıkçası hayalim değildi. Sanki bir aile geleneğiymiş gibi bende doktor olmalıydım. Dolayısı ile bana hayalim hiç sorulmadı.
Konuşmanın devamında Cenk’in yaptığı imgeleme durumu özetler gibiydi: Treni kaçırmak istemiyorum! Düşünün ki; kendi isteği ötelenerek, onun için en doğrusu olduğuna inandırılan bir hedefe yönlendirilmiş bu öğrenci; diyelim ki sınavı geçti ve ailesinin istediği bölümde okudu. Mutsuz bir kişi olarak mesleğinde ne denli başarılı olabilecek? Bırakın mesleğini, yaşamında mutlu olabilecek mi? Unutmayın ki çocuklarımızın istek ve yeteneklerini görmezden gelir ya da engellersek bu tutumun sonuçları birer yetişkin olduklarında, yaşamlarının her evresinde karşılarına çıkacaktır. Önceliğimiz doğru iletişimle çocuklarımızı tanımak olmalıdır. Onların duygu ve düşüncelerine önem verirken kararları konusunda farkındalığımızı yükseltmemiz gerekir. Bizler, çocuklarımıza bir yönüyle değil, 360 derece ile bakabilmeliyiz. Empati kurarak ve objektif yaklaşarak onu anlamaya çalışmalıyız.
Unutmayın, amaç çocuklarımızın başarılı olması ise; bunu mutlu olmadan yapamayacaklarını hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.
UNUTMAYIN!
BAŞARISIZ ÇOCUK YOKTUR, POTANSİYELİ DOĞRU YÖNLENDİRİLMEMİŞ ÇOCUK VARDIR!
Randevu İçin